Bir gün sormuşlar ermişlerden birine:
"Sevginin sadece sözünü
edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" Bakın göstereyim
demiş, ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları
çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine.
Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasındanda derviş
kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. "Ermiş bu kaşıkların
ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. Peki
demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun
geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına.
En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine şimdi demiş ermiş, sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım
yemeğe. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar
gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince, her biri uzun
boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak
içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar
sofradan işte demiş ermiş, 'kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini
görür ve doymayı düşünürse,o aç kalacaktır. ve kim kardeşini düşünür de
doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz ve şunu da
unutmayın, gerçek pazarında alan değil, veren kazançtadır daima.
Harun Reşid :
Harun Reşid Bağdadın dışındaki bahçeleri gezerken, ihtiyar bir adamın hurma fidanı diktiğini görür,yanına gider ve sorar:
-Ey ihtiyar! Hurma ağacı kırk senede meyve verir. Sen ise yaşlısın. Meyvesini yiyemiyeceğin ağacı dikipde ne yapacaksın? İhtiyar cevap verir:
-Daha önce gördüğünüz bu ağaçları sırf bizim için dikmişlerdi. Bende bunu kendim için değil,benden sonrakiler için dikiyorum.
Bu cevap Harun Reşid'in hoşuna gider ve yaşlı adama ihsanda bulunur. Adam verilen parayı aldıktan sonra,eliyle sakalını sıvazlar ve "Allah'a şükür " der. Harun Reşid:"Niçin şükrediyorsun" diye sorduğunda adam şu cevabı verir:
-Herkes diktiği ağacın meyvesini kırk senede alır,oysa ben bugün diktiğim ağacın yemişini bugün alıyorum. Nasıl şükretmem?
Harun tekrar ihsanda bulunur. Adam bir kere daha şükrettikten sonra konuşmasını şöyle sürdürür: -Bu defaki şükredişimin sebebide şudur;başkalrı ağaçlarının ürününü yılda bir kere alırken ben bir günde iki kere alıyorum.
Osman Efendi:
Osman Efendi bir sabah müthiş bir başağrısıyla uyanır.
İlaç alır geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder.
Doktor çağrılır. Doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir,
gider. Lakin Osman Efendi’nin başağrısı artarak sürer.
Üstüne üstlük basagrisi yani sıra gözleri de yaşarmaya baslar.
Başka doktorlar çağrılır... Osman Efendi Uşak’ın ileri
gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaat eder.
Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de
bulamaz. Ev halkı birbirine karışır, basagrisindan geceleri
uyuyamayan Osman Efendi'yi İstanbul’a götürmeye karar verirler.
İstanbul’da en iyi doktorlar seferber olur. Röntgenler, beyin
tomografileri çekilir, testler yapılır... Görünüşe bakılırsa
Osman Efendi turp gibidir. Oysa dayanması gittikçe zorlasan
basagrisi ve gözyaşları hayati çekilmez hale getirmiştir.
Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran Osman Efendi bu defa da
apar topar yurtdışına götürülür. O devirde Amerika değil İsviçre
moda, Zurih’e gidilir. Haftalarca hastanede kalınır, onlarca
profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır.
Sonuç:
Osman Efendi'ye teşhis konulamaz. Artık yerinden kalkamayan Osman
Efendi'ye ağrı kesici iğneler verilir, altmışlarını suren adamın
ülkesine donup "dinlenmesi", daha doğrusu son günlerini -evinde-
geçirmesi tavsiye edilir. Osman Efendi bitkin, aile perişan. "Kader"
denilir, Uşak’a donulur. Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır
ve ağrı kesici iğnelerle olumu beklemeye baslar.
Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye, Osman Efendi'nin eski berberi
Berber Mehmet çağrılır. Berber yataktan kalkamayan Osman Efendi'yi tıraş
ederken, adamcağız derdini anlatır ve olumu beklediğini söyler.
Berber Mehmet bir an düşünür. ?Beyim? der, ?Sakin sizin burnunuzda kıl
"dönmüş olmasın" Bir bakar, Hah iste der "Kıl dönmüş." Osman Efendi'nin
şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı
çeker. Ev halkı Osman Efendi'nin koyu ayağa kaldıran çığlığıyla odaya
koşar. Berber Mehmet, Osman Efendi'nin elinden zor alınır ve cımbızın
ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir.
Osman Efendi'nin kanayan burnuna pansumanlar yapılır, kolonyalar
koklatılır ve yaslı adam tekrar yatağına yatırılır. Ertesi sabah Osman
Efendi aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması
geçmiştir. Basagrisindan ise eser kalmamıştır. Donen kilin sinire yürüyüp
gittikçe uzayarak dayanılmaz ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o
zaman keşfeder. Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına
gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet'i çağırtır
ve ona bir servet bağışlar.
.
|