Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Numaralı Askerî Mahkemesi Başkanlığı'na
Dosya Nu: 1981/176
İfade Sahibi.....: Alparslan Türkeş.
Suç..................: TCK'nun 146/1. maddesinin ihlâli.
Konu................: Sorgulama ifadesi Hk.
Hâdise.............: Bir siyasî dâvanın, idam talebiyle yargılanan bir numaralı sanığı olarak burada bulunuyorum. Hakkımızdaki iddianameyi dinledik. Taleb edilen cezaları öğrendik. Şimdi de usûl gereği bize söz verilmiş bulunuyor.
Her safhasını ve bütün unsurlarıyla bu dâvanın -başta biz sanıklar olmak üzere, hâkim ve savcılardan cezaevi ve inzibat görevlilerine ve Millî Güvenlik Konseyi üyelerine kadar irâdesi ve rolü bulunan herkes dâhil- gerek şahıslarımız, gerekse devlet ve milletimizin açısından son derece ehemmiyetli olduğu kanaatindeyim. Bu dâva dolayısıyla burada Türk milletinin yakın geçmişi, hâli hâzırı ve geleceği tartışılacaktır. Bu dâvanın bugüne kadarki ve bundan sonraki safhalarında ortaya çıkmış ve çıkacak bütün neticeler, müşahede konusu olmuş ve olacak her türlü tutum, hâl ve hareketler ve dâva sonunda tesis olunacak nihaî hükümler, Türk devletinin dayandığı temel ve esas değerlerle, müesseselerinin işleyişiyle, hedef ve istikametleriyle doğrudan ilgilidir.
Bu dâva, Türk milletinin her türlü düşman taarruzuna karşı en büyük silâhı ve gücü olan millî birlik ve beraberliğimizle, millî güvenlik ve savunmamızla da doğrudan doğruya ilgilidir. Bunu söylerken asla mübalağa etmiyorum. Bu mahkemenin, bütün safhalarıyla, bugünkü nesilleri, yaşayan insanlarımızı olduğu kadar, gelecek nesillerimizi de yakından alâkadar edeceği muhakkaktır. Mücerret adalet açısından yargı organlarına intikal eden her dâva ehemmiyetlidir. Resmî kabullere göre mensup, taraftar ve sempatizanlarını iki milyon olarak ifâde edebilen, millî ve milliyetçi bir partinin, genel başkanından itibaren bütün organlarıyla ve idârecileriyle dünyâ adalet tarihinde görülmemiş bir sayıda -ikiyüzyirmi- idam istenerek yargılanması ve herhalde adalet terazisinde hassas tartılması gereken farklı bir ağırlık teşkil edecektir.
İslâmî, insanî, millî ve medenî bir prensip olarak milletimizle birlikte biz imân etmişizdir ki, "adalet mülkün temelidir". Zulme sapan, adalete gölge düşüren, mülkün, yâni devletin temellerine dinamit koymuş olur. Adaleti çiğneyen insaniyeti çiğnemiş olur, İslâmiyeti çiğnemiş olur! Zulüm ve adaletsizlik herşeyden önce Allah'a isyandır. İnancı olmayanlar, kalbi mühürlü ve küfürle kararmış olanlar bilmeseler ve inanmasalar da, Büyük Türk Milleti böyle bir isyanı bağışlamaz. Türk milletini zulümle idare etmenin, adaletsizliğe razı ve râm etmenin imkânı yoktur. Milletimizden aldığımız bu ilham ve inançladır ki, biz, her zaman ve her yerde "lekesiz ve gölgesiz bir adaletin" savunucusu olmuşuzdur. Mücâdelesini yaptığımız değerlerin başında "lekesiz ve gölgesiz bir adalet" şiarı yer almıştır. Hakka riâyet ve adaletle hükmetmek de şahıslarımızı çok aşan, millî, insanî ve ilâhî bir mes'uliyet davasıdır.
Ben meseleyi bu ölçüde şümullü ve ehemmiyetli gördüğüm için konuşmak istiyorum. Şuriü olanca sadeliği ile ifâde etmek isterim ki, ne vicdanen, ne de kanunen kendimi suçlu hissediyorum. Bu bakımdan da uzun uzadıya şahsımı savunmak ihtiyâcında ve telâşında değilim. Esasen iddianame diye ortaya konulan metin, her bakımdan o kadar gayrı ciddi ki, talebi idam da olsa, böyle bir metin karşısında, insan sâdece şahsını düşünerek savunma yapmaya tenezzül etmez. Yoktan yok çıkar; mevcut olmamış, hiçbir zaman işlenmemiş suçun iddianamesi de herhalde böyle olacaktır. Bu iddianame şahsım itibariyle yok hükmündedir! beni konuşmaya sevk eden husus, ne ceza korkusu, ne muhtemel bir cezadan kurtulma gayret ve ümididir.
Allah nasîb ettiği için, çok genç yaşlardan itibaren Türk milliyetçiliği gibi bir dâvanın mensubu oldum. Ömrümü dâvama adanmış olarak geçirdim. Yine Allah nasîb ettiği için bu mukaddes ve mübarek dâvanın siyâsî aksiyon plânında lidediğini, bayraktarlığını yaptım. 64 yaşındayım. Benim ayrıca anlatmama lüzum yok; hepiniz biliyorsunuz, herkes biliyor ki, bu dünyâda fânî bir beşer için tatmin sebebi sayılan ikbâlin en üst kademelerini gördüm. Mükerreren idbârı da gördüm, yaşadım. Siviliyle, askerîsiyle mahkemelere de girdim çıktım. Tecrübem az sayılmaz. Bu dünyâda iyiden kötüden birçok şeyi tartıp çekmek, değerli olan nedir, değersiz olan nedir, bunlar üzerinde düşünmek fırsatını buldum. Dolu dolu yaşanmış bir ömrün şu merhalesinde, inanç ve prensiplerimden, şeref ve haysiyetimden, uğruna ömrümü ve bütün varlığımı adayıp harcadığım Türk milliyetçiliği dâvasından daha ehemmiyetli, tamah etmeye, tenezzül etmeye, peşinde koşup yorulmaya değer bir şey olduğuna inanmıyorum.
Elhamdülillah, inanmış, samîmî bir müslümanım; fânîlik hissine âşinâyım, dünyânın bir imtihan yeri olduğunu biliyorum. Şu ânda burada bulunuşumuz da inanıyorum ki, her şeyden önce, bir kader tecellîsidir, ilâhî bir imtihandır. Sabır ve şükürle karşılıyor ve bu imtihandan da yüz akıyla çıkmayı bize nasîb etmesini Cenâb-ı Allah'tan niyaz ediyorum. Rahmet ve şaşmaz adalet ümidimiz yalnız Allah'tandır... Bir askerî mahkeme huzurunda olduğumu biliyorum. Bu vaziyetin gerektirdiği dikkat ve nezâket içinde olmaya çalışacağım. Ancak şunu bilesiniz ki, konuşmamın birinci sâiki, bu mahkemenin vereceği karâra tesir etmek, mahkemeden kendi lehimize bir karar istihsâline çalışmak olmayacaktır.
Şahsım itibariyle bu mahkemeden sâdır olacak her türlü karar bence müsavidir. Konuşmama "Şahsım için netice ne olacak?" endişesi yön verecek değildir. Ben burada, önce Allah'ın huzurunda, sonra târihin ve milletimin huzurunda olduğumu bilmenin huşûu, mes'uliyet ve vekarı içinde konuşacağım. Burada bir hesap görülecektir, benim için de bir hesap verme bahis konusu ise, o hesabı milletime ve târihe vereceğim. Gayet açıklıkla söyliyeyim ki, Türk milletinin vicdanında teşekkül edecek olan hüküm ve târihin hükmü, bana göre, mahkemenizin tesis edeceği hükümden çok önde gelir.
Taşıdığım bayrak, temsil ettiğim mukaddes Türk milliyetçiliği dâvası uğrunda, komünist ve bölücü hâinlerin kurşunlanyla toprağa düşerek şehitler ordusuna katılmış olan Ruhi Kılıçkıran'dan Gün Sazak'a kadar şehit evlât ve kardeşlerimin rûhâniyetlerinin de şu anda bizimle beraber olduklarını biliyorum. Onlar da beni dinliyorlar. Onların tekzib etmiyecekleri şekilde konuşmaya, yalnız hak bildiğimi söylemeye mecburum. Çünkü onlar, o üçbinaltıyüz can, bu hak bildiğimiz yolda "vatan-millet-din ve devlet" uğrunda şehit oldular. Onlar hem şehitlerimiz, hem de şâhitlerimizdir. Yarın huzur-ı ilâhîde de bana şahitlik edecek olanlar, onlardır... Onların huzurunda, onlar için konuşacağım! Ebed-müdded olan Türk devletine; kıyamete kadar hür, müstakil, mes'ud ve müreffeh yaşamasını, her gayeden aziz bildiğimiz Büyük Türk Milletine bugüne kadar hizmet etmiş ve etmekte olanlar için; yarın aynı yolda, aynı heyecan ve şuurla bu kutsal hizmetin bayrağını taşıyacak olanlar için konuşacağım! Milletim aldatılmasın, şaşırtılmasın; milletim gerçeği bilsin diye konuşacağım!
Huzur-ı ilâhîye yüz akıyla çıkmaktan başka bir endîşeye gönlümde yer yoktur. Hiçbir beşerî kudret önünde eğilmem. Kimsenin merhamet ve insafına şahsen ihtiyâcım yoktur. Sözüm, tenkidim, talebim yalnız hak ve hakîkat nâmınadır; yalnız mülkün'temeli olan adalet nâmınadır, yalnız milletim ve devletim içindir...
Sizlerden bir tek ricam var: Sözlerimi kesmeden sonuna kadar dinleyiniz. Sormaya hazırlandığınız veya bilâhare sormak isteyeceğiniz birçok suâlin ve iddianamede ortaya konulan itham ve isnadların cevaplarını, tahmin ediyorum ki konuşmamın bütünlüğü içinde almış olacaksınız. Karşınızda sizlerin şu ânda tanidığınız üniformayı 37 yıl şerefle taşımış, Millî Birlik Komitesi üyeliği, parti genel başkanlığı, başbakan yardımcılığı yapmış, Türkiye'nin son yirmi yıllık târihi içinde emsali görülmedik düşmanlıkların ve emsalsiz sevgi ve bağlılıkların hedefi olmuş, bu dünyânın bin türlü kahır ve mihnetinden geçmiş bir insan konuşuyor.
Sabırla dinlediğiniz takdirde, hem vazifenizi yapmış olursunuz, hem de ümid ediyorum ki, şahsen istifâdeniz olur. Çünkü konuşacağımız meseleler, yalnız şu ânı, sizi bizi değil, Türk milletinin gelecek bütün zamanlarını ve nesillerini de çok yakından ilgilendirecek hayatî ehemmiyette meselelerdir.